İspanyollar sinema ve özellikle dizi filmler sektöründe kendilerini aştı.
Hemen hemen yaptıkları bütün diziler, dünyada müthiş ilgi uyandırıyor.
La Casa De Papel dünyada inanılmaz bir merak uyandırdı.
Profesör, Nairobi, Tokyo, Oslo, Denver, Rio, Helsinki ve tabi ki Berlin...
Dizideki bütün karakterlerin olağanüstü bir uyumu vardı.
Dizi baş döndürücü şekilde sürükleyiciydi.
Hikâye; izleyenleri kendine mahkûm etti.
Özellikle Berlin rolündeki Pedro Alonso O'choro müthiş sempatik bir karakter ortaya koydu.
Dizide Berlin'in Çav Bella ezgilerini kendine has üslubuyla okuması, izleyiciyi hikâyenin peşinden koşturdu.
Çav Bella, bu kadar içten ve romantik olmamıştı hiç bir zaman.
Berlin ile izleyici arasında çok nahif bir ilişki kurulmuştu.
La Casa De Papel, İspanya'nın geçmişine, özgürlük mücadelesine ve tabi ki sosyalizme atıflarda bulunuyordu.
Karşımızda İspanya Merkez Bankasını soyan sosyopat teröristler değil, halk için mücadele eden bir ekip vardı.
Hepimiz İspanya Merkez Bankasını soyanların haklı olduğuna ve doğru bir eylem yaptıklarına inandık.
Dizide müthiş sübliminal mesajlar da vardı.
Tabi dizideki karakterlerin satır aralarında verdikleri mesajlar etkileyiciydi ve bilinçaltımıza nakşediliyordu.
Bilinçaltını ilmek ilmek işliyor ve kusursuz göndermeler yapıyordu.
İzleyici, karakterlerin ve hikâyenin etkisinde kalmış ve her karakterde kendini bulmuştu.
Küresel çetelere karşı Berlin ve arkadaşları artık ezilen halkların bir parçasıydı.
Çav Bella ezgileri defalarca özellikle de umut ve sonun resmedildiği anlarda devreye giriyor ve izleyicinin devrelerini yakıyordu.
La Casa De Papel’in yeni sezonu henüz daha gelmedi ama yapımcılar hemen kollarını sıvadı.
Pedro Alonso O'choro yani Berlin’in başrol olduğu harika bir yapıma imza attılar.
İspanyol orijinli dizi yine kasıp kavurdu.
Bu defa Berlin karakterine de uygun olarak aşk, dizide soygun ile beraber anlatıldı.
Kurgusu eşsiz olan aşk öyküleri, soygun yapılırken dahi nazenin bir şekilde servis edildi.
Dizide yine sübliminal mesajlar ve tabii ki satır arası diyalog ve monologlar, izleyiciyi büyüledi.
Berlin'i izlediğim günlerde dünyada yolsuzlukla ilgili bir rapor yayınlandı.
O raporda Türkiye 180 ülke arasında 115. sırada yer aldı.
Çok rahatsız edici bir durum!
Ülke için utanç verici.
Ve asıl sürpriz, Berlin dizisinde 8. yani son bölümde ve filmin son repliklerinde yaşandı.
Berlin, âşık olduğu kadına diyet borcu ödüyordu.
Bu ödemede söylenen sözcükler, o kadar net ve kelime kelime paylaşıldı ki izleyiciyi tam dumura uğratır cinstendi.
Pedro Alonso O'choro yani Berlin şunları söylüyor:
"...Ama bildiğin gibi mücevherler çok değerli olduğu gibi, vitrine konulup satılamaz. O yüzden bunların hepsi Türkiye'de yeniden şekillendiriyor. Malum, çalıntı mal satarken yakalanmamak için hepsini değiştirmemiz gerekiyor. İşte bu da Ankara'dan gelen ilk ödemeniz. Yeni teslim aldım. Burada tam tamına 3 milyon 800 bin AVRO var.”
Bu sübliminal bir mesajın ötesinde bir göndermeydi.
Bütün dünya bu mesajı nasıl okudu sizce?
Türkiye, yolsuzluklar ülkesi ve karanlık bütün işler burada yaşanıyor.
Mücevherlerin Türkiye'de işlenip yeniden şekillenmesi tamam da; para, finansın başkenti İstanbul'dan değil de neden Ankara’dan gider?
İşte orada siyasete de derin bir gönderme var.
Berlin'in ikinci sezonunda Ankara'daki paralar ve Türkiye'deki mücevherlere ne oldu ya da ne olacak izleyici için tam bir merak konusu.
Dünyada artık mesajlar; diziler yoluyla izleyicilere ve kitlelere sunuluyor.
Bu bilinçaltı mesajlar kimi zaman düşündürücü ama çoğu zaman da dehşet verici.
Bu arada Berlin, filmde yine bütün dünyanın bildiği o müthiş ezgileri seslendiriyor ama bu defa ezgiler Al Bano & Romina Power ikilisinden Felicita…
Bu şarkıyı mutlaka dinleyin ama yüksek volüm ile.
İç gıcıklayıcı, harika bir şarkı…