Ubeyd Baş
Kanadına yumdum gözümü
Bir kentin kadına benzetilmesi, bir kentin bir kadın figürüyle anılması, gerek Türk gerekse dünya edebiyatında kimi zaman başvurulan yöntemlerden biridir. Bu üslup, şehrin farklı yönlerini, karakterini ve duygusal bağlarını anlatmak için kullanılabilir.
Bir kadının gerek duygusal gerekse mantıksal bütün iniş çıkışlarını, gelgitlerini bir kentte görmek ve yaşamak mümkün olduğu gibi, bir kentin doğurganlık ya da sıkışıp kalmış tükenmişliğini, kısır döngülerini de bir kadında görüp izlemek mümkündür.
Sanırım kadın ve kent eşleştirmesinin en güçlü örneği, Suriyeli şair, yazar ve diplomat Nizar Kabbani’nin ‘Ben Beyrut’ adlı eseridir dersem kimsenin itirazı olmaz.
Şair Kabbani'nin ‘Ben Beyrut’ kitabı, hem Beyrut'un güzelliklerini hem de acılarını anlattığı şiirlerden oluşuyor.
Kabbani, Beyrut’u bir kadın ve bir aşk mektubu gibi tasvir ediyor, kitaptaki şiirlerle şehre olan aşkını ve bağlılığını dile getiriyor.
Kabbani kitapta kadının mı Beyrut’un mu, bazen karıştırabileceğiniz iç içe geçen güzelliklerine ve tarihine dikkat çekiyor.
Şehrin yaşadığı çalkantılı geçmişi, savaşların yıkımını ve insanların yaşadığı acıları da dile getiriyor. Kitap, Kabbani'nin duygusal derinliğini ve şehre olan bağlılığını yansıtan bir eser olarak öne çıkıyor.
Orhan Pamuk’un ‘İstanbul: Hatıralar ve Şehir’ adlı anı türündeki kitabında, İstanbul'u bir kadın gibi tanımlaması ve onunla duygusal bir bağ kurması gibi İlhan Berk de ‘Lizbon'u Dinliyorum’ isimli kitabında, Lizbon'u gezerken şehre dair izlenimlerini ve duygularını paylaştığı şiirsel eserinde, şehri bir kadın gibi anlatıyor.
Onu tanıdıktan kısa bir süre sonra Kabbani’nin Beyrut kitabında dile döktüğü şiirsel derinliği, Onunla tanıdığım Kapadokya’da soluduğumu hissettim.
Bir turizmci ve bir gazeteci Hülya Bilen’den bahsediyorum.
Yakın zamanda Kapadokya bölgesine yaptığımız 3 günlük tatilimizde, bize 10 günün keyfini yaşatan, bizi Ürgüp’teki Tulpar adlı butik otelinde konuk eden, konuk etmekle de kalmayıp her anımızda, bütün yakınlığıyla, rehberlik eden o güzel insan Hülya Hanım’dan bahsediyorum.
Daha önce gezip gördüğüm, hatta gördüğümü sandığım demeliyim, Kapadokya’yı onunla onu da Kapadokya ile tanımak kelimenin tam anlamıyla çok keyifliydi.
Ailesiyle ve aile sıcaklığında işlettiği, adını Tanrı Kuday tarafından kahramanlar için yaratıldığına inanılan kanatlı mitolojik at Tulpar’dan alan butik otelinde Hülya Hanım da Tulpar’ın binicisi kahramandı desem yeridir.
Otele ayak bastığımız ilk anımızdan ayrıldığımız son anımıza kadar kıymetli zamanını bizden esirgememiş, her anımızı zenginleştirip doldurmayı en güzel, en sıcak şekliyle başarmış bir insan.
Uçhisar’dan Ortahisar’a, Keşlik Manastırı’a, Üç Güzeller’e, Asmalı Konak’a, Kızıl Vadi, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Temenni Tepesi, Aşıklar Vadisi, Göreme Tarihi Milli Parkına kadar ve daha ismini anamadığım üç günlük konsantre, on güne bedel gezimizde, Ürgüp, Göreme ve Avanos’u onun rehberliğinde tanımak bizim için büyük şanstı.
Üç günde ya da on günde tanımak mümkün olmasa da Kapadokya bölgesinin, daha çok, daha uzun ve daha yakın yaşanması gerektiğini anlamak için Hülya Hanım’ın rehberliği bizim için bulunmaz bir nimetti.
Hülya Hanımı’n bizi ağırladığı Tulpar Otel’in, kendine özgü masalımsı, mütevazı ve konuğunu saran sıcaklığı dile gelmese de ‘bir daha gelin, daha çok gelin’ diyordu.
Biz de bu çağrıyı ve Hülya Hanım’ın bizden esirgemediği kıymetli ilgisini heybemize alıp, eve doğru yola çıkarken, Hülya Hanım’ın “Ne güzel aile olduk” demesi, üç günlük tatilin sonunda bizim için olabilecek en içten en sevgili finaldi.
Manas Destan’ında belirtildiği gibi Tulpar, rüzgârdan bile hızlı koşar.
Mitolojiye göre kanatları görünmez Tulpar’ın.
Biri kanatlarını görecek olsa ortadan kaybolacağına inanılır.
Büyülü güçleriyle başka hayvanların kılığına da girebilir.
Sevdikleri için, üst dünyada kahramanların kanatlı atıyken, alt dünyada ise yarı yılan vücutlu bir varlığa dönebilir.
Tam da adını bulmuş dediğim Tulpar Otel’in sahibi ve gazeteci Hülya Bilen, tanımalısınız diyebileceğim bir güzel insan.
Editor : Yusuf Kavak