
‘’Annelerin ideolojileri yoktur, merhametleri vardır’’ ve barış, merhameti geniş olan annelerin eliyle gelecektir.
Onlar, dağ yolunu gözleyen anneler. Dağın ardında bıraktıkları evlatlarının hasretiyle savaşın en büyük sancısını yüreğinde yaşayan gözü yaşlı anneler. Eril zihniyetin destanlaştırarak yarattığı savaşların en çok bedel ödeyen kimi ‘’Kürt’’ kimi ‘’Türk’’ anneleri… Savaşın her bahanesi farklı olsa da gözyaşlarının ve acılarının renginde aynılaşan merhameti geniş anneler.
Cephe gerisinden savaş naraları atanlara inat yıllarca barış umudunu içinde hep diri tutan, yeni başlayan ve gide gide bir umut yaratan bu süreç, en çok da evlat yolunu gözleyen annelere umut oldu. 40 yılı aşkındır kardeşin kardeşi öldürdüğü bu acımasız savaşın bedel ödemeyeni kalmadı sanıyorum. ‘’Bana ne canım, kim kiminle savaşıyorsa savaşsın’’ diyen en akılsız, en merhametsiz bile ekonomik olarak her saniye bedel ödüyor aslında. Ortalama bir Avrupa standardında yaşayabilecek potansiyele ve zenginliğe sahip bu cennet vatanda her gün fakirleşmenin en büyük sebebi savaş. Bu savaşın ekonomik sonuçlarını, siyasal nedenlerini anlatmak istemiyorum. Savaşın doğurduğu annelerin gözyaşlarını ve onların duygularını anlatmak istiyorum. Onlarca annenin hikayesini dinledim ve onlar anlattıkça savaşın acımasızlığını yüreğimde ve yükünü omuzlarımda hissettim.
İlkin 2014’te Diyarbakır’da evlatlarının dağa gidişine ve bu savaşa ‘’edi bese’’ artık yeter diyen annelerle tanıştım. Onlarca yılın yabancısı olduğu bu itiraz bende merak uyandırdı. Zira savaşı, Türk ve Kürt annelerinin itirazlarının bitirebileceğini düşünüyordum. Bir asker annesi, Diyarbakır Şeyh Said Meydanı’nda evladı dağda olan bir Kürt annesine sarılarak şöyle demişti: ‘’Belki de benim evladımı sizlerin evlatlarından biri de öldürmüş olabilir; ancak geçmişe sünger çekmeden, helalleşmeden barış olmaz’’ deyip ağlayarak sarılmışlardı birbirlerine. Bu tablo beni hem ağlatmış hem de barışa olan umudumu ve inancımı artırmıştı. Milliyet Gazetesi sürmanşetten vermişti haberi. ‘’Evlatlarımız Birbirini Öldürmesin’’ o gün cennet, annelerin ayaklarının altından yeniden geçmişti.
20 yıldır evladının gömleğini koklayarak saklayan bir Kürt annesi: ‘’Ben her bayram kapımı açık bırakırım, evladım belki gelir diye. Bana söz verdi, bir bayram günü geleceğim diye.’’ Bir çırpıda söyleyince bir cümlelik yazınca öyle geçiveriyor insan. Ama dile kolay, 20 yılın acısını içinde hissedip her bayram umut dolu gözlerle yavrusuna kavuşma hayali kuran bir annenin yaşadıkları tarif edilemez.
‘’Ölü helvası senin ocağında kaynamıyorsa tadı lezzetli gelir.’’ Bir asker annesi şöyle demişti: ‘’Bana vatan sağolsun sus diyorlar. Benim evladım sınırötesinde görev yapıyor. Vatan sağ olsun olmasına da benim evladım ölmeden de vatan sağ olamaz mı yavrum.’’ Onlar konuştukça bir annenin sadece biyolojik olarak doğurmadığını, insanın yeniden doğduğuna şahit oluyorsunuz. Anneliğin ete kemiğe büründüğünü görüyorsunuz. Mesela savaş kararı alanlar annelerin hissiyatının kırkta birine sahip olsalar, savaş bir saat bile sürmez diye düşünüyorum.
Barıştan bana ne diyenler, evladımı çok uzaktan da olsa bana gülümsese ve Allah orada o anda canımı alsa, ama yeter ki evladımı bir kerecik görsem diyen annenin hissiyatını anlamayanlardır. ‘’Barış marış hikâye, ben ekmeğime bakarım’’ diyenler, ekmeğin boğazından geçişine utandığını bilmeyenler ve ekmeksizliğin savaş yüzünden olduğunu anlamayanlardır. Savaş, toplumun tüm kesimlerini dirhem dirhem eritirken, ahlaki ve toplumsal yozlaşmanın temel dinamiğinin savaş olduğu gerçeğini göremeyenler, bu çürümüşlüğü başka nedenlerle açıklamaya çalışanlar, ülkeyi daha büyük bir uçuruma sürüklemektedir.
Dönüp dolaşıp sözü yine annelere getirmek istiyorum. Her bayram evladını dağdan gelir ümidiyle kapısını açık bırakan saçlarına yıldız düşmüş annelere… Savaşın hiçbir tarafı değilken kendini savaşın ortasında bulan evlat acısıyla en çok bedeli ödeyen/ödetilen çilekeş annelere…
İşte benim annelerle olan yolculuğum da annelerin bu hikayelerini dinlemekle başlamıştı. Bir şeyler yapmak istiyordum. 2014’ün çözüm sürecindeydik. Sürecin nihayete kavuşması için bir otobüs dolusu annelerle Diyarbakır’dan Ankara’ya başladım yolculuğumu. Otobüs hareket etmeden önce Sabri amca barış duası yaptı. Hep birlikte amin dedik. Torunu dağdaydı Sabri amcanın, o kadar duygusaldı ki konuşurken, torunundan bahsederken bile ağlayarak anlatırdı torununu.
Ankara’da ilk önce dönemin başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile, sonra dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ile ardından Meclis'teki muhalefet partileriyle görüşecektik ve barış umudu için annelerin Ankara yolculuğu böylece başlamış oldu.
Anneler, barışın yasal güvenceye kavuşması ve dağdan dönüşlerin hızlandırılması için acilen yasanın çıkmasını talep ediyorlardı. Böylece evlatlarına kavuşmuş olacaklardı. Çok umutluydular. İlk görüşme Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile oldu. Bingöllü bir anne öyle duygu dolu bir konuşma yaptı ki, tam 15 dakika boyunca ağlaya ağlaya bu barışın kendileri için ne anlam ifade ettiğini anlattı, anlattı, anlattı… ve şöyle devam etti: ‘’Sayın Başbakanım, siz annenizi çok seviyorsunuz, biliyoruz ve onun ayaklarının altını öpüyormuşsunuz, cennet orada diye. Şimdi bir anne olarak bizler de sizin ayaklarınıza kapanmaya geldik. Ne olur, yüreğimizdeki bu yangına bir su dökün ve sizi tarihin altın sayfalarında şerefle analım.’’ Fatma abla anlattı, salondaki herkes onunla birlikte ağladı. Bir annenin yüreği asla yalan söylemez. Nefretiniz ne kadar büyük, ideolojiniz ne kadar keskin olursa olsun, bir annenin her türlü ideolojiden uzak vicdani, insan olarak sadece evladına kavuşma özlemiyle barışı istemesi karşısında tüm tabuların yıkıldığını, en katı yüreklerin bile nasıl yumuşayabildiğini görebiliyordu insan.
Ardından ikinci görüşme Çankaya Köşkü’nde bulunan dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ile oldu ve bu kez Çankaya Köşkü’nden yankılandı annelerin barış feryadı. Sonraki görüşmeler Meclis'teki tüm siyasi partilerle oldu. Anneler, yüreklerinden geçen en samimi, en vicdani ve en dokunaklı sözlerini söylediler. Bu Meclis, bu saray, bu köşk devletin soğuk duvarları arasında barış için çoğu kez muhatapların bir araya geldiği ve çeşitli görüşmelerin yapıldığına şahit olmuştur. Bu ilk değildir, biliyorum; ancak annelerle siyasi muhatapların barış için yeri geldiğinde gözyaşlarını silerken, anneleri dinlediğine ilk kez şahit olmuştur. Anneler her türlü ideolojiden uzak, halis duygularla, anne merhametiyle ‘’düşman’’ diye ötekileştirilen kesimlerin de aynı acıları yaşadığını hatırlattı. Bu açıdan sırf bu görüşmeler bile tek başına çok önemliydi. Savaşın karar alıcıları ne der bilemiyorlardı; ancak umutlu bir şekilde Ankara’dan ayrıldığımızda annelerin yüzü ilk kez bu kadar gülüyordu diyebilirim. Aslında en çok da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın annelere barışın yasal güvence altına alınıp dağdan dönüşler için yasa çalışması yapılacağına dair sarf ettiği cümlelere olan güvenlerinden kaynaklı ciddi bir umut içerisine girmişlerdi. Bu kez galiba savaşın sonu görünüyordu. Ancak öyle olmadı. Aradan şimdi tam 10 yıl geçti. Savaş hiç olmadığı kadar acımasızlığını sürdürmeye devam etti. Annelerin çocuklarından bazıları yaşamını yitirdi. Şimdi sağ olup olmadığını bilmeyen ama umutlu bekleyişlerini sürdüren annelerle hâlâ görüşüyorum. Zaman zaman bir araya geldiğimizde evlatlarından bahsediyorlar. Yeni sürecin bu kez barış ile nihayetlenmesi için ilk günkü umutlarından zerre kadar geri adım atmadıklarını gözlerindeki ışıltıdan anlıyorum. Şimdi başta dağ yolunu gözleyen anneler olmak üzere toplumun her kesiminin yüreğine yeniden barış umudu doğdu. Bir yandan silahlar patlamaya, bombalar annelerin evlatlarının üzerine yağmaya devam etse de hiçbir güç dalga dalga büyüyen bu barış umudunu söndürmeye güç yettiremeyecektir. Bu kez savaşın karar vericileri ne der bilinmez; ancak barışın siyasetçilerin masalarında değil, annelerin yüreklerinde filizlendiği gerçeğini bilerek, barışın yarattığı umut ve kararlılığı silahların ve bombaların yıkamayacağı bir toplumsal sahiplenme oluşursa bu kez savaş değil barış kazanabilir. Kim bilir, belki bu kez evladı dağdan gelir ümidiyle her bayram kapısını açık bırakan anneler evlatlarına kavuşur.
Editor : Yusuf Kavak