Gündem

ERİL NAZAR’A İNAT ATIF YILMAZ’IN KADINLARI

ERİL NAZAR’A İNAT ATIF YILMAZ’IN KADINLARI

ERİL NAZAR’A İNAT ATIF YILMAZ’IN KADINLARI
08-07-2024 19:20

Yeşim Zuhal YOLCU

Türk toplumunda cinsiyet rollerinin dağılımındaki adaletsizlik, dişil ve erilin sosyal yaşamda, kamusal alanda ve hane içinde konumlanışlarındaki eşitsizlik öylesine büyüktür ki kadın, toplum önünde itelenen, ötelenen, yok sayılan, cinsel bir haz nesnesine indirgenenin temsilinin kabulü olmaktan öteye gidememiştir.

Eril; gücün, aklın, iktidarın sembolü iken, kadın ise erkeğin mülkiyetinin uzantısı varlığını onun tasarrufunda sürdüren edilgen bir aparattır.

Din, ahlak ve geleneksel tabular kıskacında silik, yitik ve dilsiz bırakılan kadın kimliksizleştirilmeye, bireyselleşmekten yoksun bırakılmaya gebedir her zaman.

Devlet otoritesini tanrıdan; eril, aile üzerindeki yetkisini ve tahakküm gücünü devletten alan dişil ise erilin hane içi hükümranlığına koşulsuz boyun eğendir.

Eril hegemonyanın varlığı altında ezilen ve hiçleştirilen kadın, erkeğin iktidarını besleyen, kadın emeğine bağımlı yeni eril bireylerin biricik taşıyıcısı olan yine onların varlıklarını sürdürmelerine hizmet eden bir doğurgan bir araçtır.

Kültürel kodlarımıza derinden işleyen bu alımlama biçimi yüzyıllar boyu böyle süregelmiş ve süre gidecektir.

Kadının toplum içindeki statüsünün, sahip olduğu ekonomik güç ve eğitim düzeyiyle iyileştirilebilir olduğunu varsaysak bile devlet politikaları, dinsel şartlanmışlıklar ve toplumsal çarpıklıklarımız Türkiye’de kadına yönelik sorunların (fiziksel şiddet, cinsel istismar, çocuk yaşta evlilik, seks işçilerine yönelik nefret suçları, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet) ne denli ciddi boyutlarda yaşandığına yalnızca seyirci kalıyoruz.

Kutsal anne, sadık ve yumuşak başlı eş prototipiyle anılmak istenen kadın imajının put kırıcıları yine biz kadınlar olacaktır elbette.

Her yıl ülke çapında örgütlü olarak katılım gösterdiğimiz ve yaklaşmakta olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarının dışında her zaman yüreklerimizdeki tüm katıksızlıkla birbirimizle derin bir dayanışma içinde olmasına duyduğum inanç ve özlemle bu yazıyı kaleme almak istedim.

Kadınların uğradığı hak ihlallerinin önüne bu konuda kitlelerle buluşan sanat yapıtları ve edebi eserleri alımlayarak ve irdeleyerek geçebiliriz.

Kadın imgesi deyince düşün dünyamda farkındalık yaratan, zihnimde iz bırakan isimler arasında başı çekenlerden ilki yönetmen Atıf Yılmaz Batıbeki’dir.

Şerif Gören, Yusuf Kurçenli, Erden Kıral gibi yönetmenler de kadın konulu yapıtlar üretmelerine rağmen Yılmaz 1980- 1989 yılları arasında en çok kadın filmleri çeken yönetmendir.

Bu yıllarda çektiği filmlerin 17 tanesinden 13’ünün odağında kadın ana figür olmuştur.

80’li yıllarda çekilen şarkıcılı- türkücülü arabesk filmlerin (gişe filmleri) aksine yükselen feminist hareket dalgasıyla birlikte dönemin politik atmosferiyle ilişkili olarak kadın sorunlarını ele alır.

Onun filmlerinde kadın; düşünen, başkaldıran, sevişen, çelişkileri olan, bireyselliğini keşfetmeye iştahlı bir varlıktır.

70’li yılların sonuna dek Türkiye Sinemasında iki çeşit kadın saf, masum, iyi yürekli, cinsel dürtüleri olmayan aile kızı diğeriyse yuva yıkan, şuh, ahlaki yozlaşma içindeki vamp kadındır. Atıf Yılmaz bu anlamda kalıpları yıkarak gerçek yaşama dokunan onun izlerini taşıyan kadın karakterler sundu izleyiciye.

Yeşilçam’ın uzun takma kirpikli, saçları krepeli, sulu gözlü kadınlarının aksine, aldatan, aldatılan, cinsel tabuları yıkan, haksızlığa uğradığı zaman koşullara boyun eğmeyen, çift başlı ahlâk silsilesiyle kıran kırana dövüşen kadını taşıdı beyazperdeye.

Eril nazar bağlamında bakıldığında bu kadın odaklı filmler kadın merkezli sorunları ele aldı, öznesi dişil bireydi elbette ama kadın bedeninin metalaştırılması, bedensel estetiğin, eril izleyicinin libidinal haz duyacağı şekilde görselleştirilmesi, kamera hareketleri, çerçeveleme gibi sinemasal teknikler, yakın çekimle kadının mahrem bölgelerinin teşhir edilmesi, cinsel dürtüleri uyandıracak sahneler, sado-mazoşizm, cinsel şiddet, eril fantezilerin çekici kılınması kısacası eril nazar paradigmasının ürünü olan bu yansıtmalar Atıf Yılmaz filmlerinin hepsine sirayet etmiştir.

Sinemada feminizm yansımalarını içeren kadın konulu filmler eril nazar paradigmasına olan karşı tavrın temsili olmasına rağmen klasik anlatı araçlarını kullanmaya devam ederek, odağına yerleştirdiği kadını cinsel bir ikona ve erotik bir imgeye dönüştürmeye devam ettiğini de görmekteyiz bu filmlerde.

Laura Mulyev sinema izleyicisinin dikizcilik merakını pekiştiren iki neden olduğunu öne sürmüştür.

Bunlar: Görsel Haz ve Narsistik Görsel Haz’dır.

Seyirci film izlerken, gördüğü nesneler, karakterler onda bir beğeni yaratır ve estetik öğelere bakmaktan haz alır.

Narsistik-Görsel Haz ise seyircinin filmde gördüğü, kadın ya da erkek karakterle özdeşim kurarak onu idealleştirme durumudur. 

Yılmaz filmlerinde erkek temsili cinsel kimliğinden gelen aşırılıklar, cinsel dürtülerin kontrolsüzlüğü abartılı ve parodisel bir biçimde beyazperdeye taşınır.

Adı Vasfiye 1985 filmindeki İğneci Rüstem tam da böyle bir tiplemedir.

Bu tipleme film aracılığıyla eril seyirciye ve onun eril nazarına atılan sarsıcı bir şamar niteliği taşır.

Çünkü ataerkil düzendeki çarpıklıkların kadın yaşamına sevimsiz bir yansıması olan bu karakter aracılığıyla eril nazar ustaca bir güldürellikle büyük bir toplumsal mesaj vermekte ve yine topluma ayna tutmaktadır.

Henüz izlememiş olanlar için öykülersek, kaldırımda yan yana yürüyen iki adam sohbet etmektedirler.

Adamlardan genç olanı yazardır.

Yanında yürüyen adama yazacak bir konu bulamadığından yakınmaktadır.

Adam ona duvarda asılı olan Sevim Tuna takma isimli bir pavyon şarkıcısının afişini gösterir ve ona kadının yaşamını anlatan bir roman yazabileceği fikrini verir ve oradan hızla uzaklaşır. Adam postere düşünceli bir biçimde uzun uzun bakmaktayken bir adam omzuna dokunur. Kadını çok yakından tanıdığını ve adının Vasfiye olduğunu söyler ve geçmişe dair şeyler anlatmaya başlar.

Yazar yaşamı bilinmezliklerle dolu olan kadının gerçek yaşam öyküsünü öğrenmeye adar kendini.

Hayatı bu kadınla kesişen erkeklerin (Emin, Hamza, Rüstem, Fuat) Vasfiye hakkında anlattıklarını dinleyerek ona ulaşmaya çalışır.

Filmin alt metninde kadının kimliğinin ve varlığının erkeklerin değer yargılarının, ölçütlerinin esas alınarak ete kemiğe büründürüldüğü anlatılmaktadır.

Film boyunca Vasfiye dilsizdir, hiç konuşmaz.

Suskundur.

Bir hayalet figür bir siluettir.

Kentten kente, bir erkekten bir başka erkeğe sığınır, erkeklerin vicdanına terkedilmiş bir kadının taşralı, saf kızdan, orta sınıf mensubu, ekonomik anlamda bağımsızlaşmış, cinsel özgürlüğünü kazanmış, olgun bir kadın olma serüvenini anlatan bu film bence yönetmenin en çarpıcı yapıtıdır.

 

Yönetmenin ses getiren bir diğer kadın temalı filmi ise başrollerini Hale Soygazi ve Kadir İnanır’ın paylaştığı (Bir Yudum Sevgi 1984) ise taşra kökenli gecekondu kadınının (Aygül) istihdam kazanıp, kendi yaşamını geç de olsa inşa edişini konu eden bir diğer başarılı filmidir. Aygül, dört çocuğu ve kendiyle hiçbir konuda arasında denklik görmediği, becerikli bulmadığı kocasıyla sığ bir yaşam sürmektedir.

Alımlı ve yetenekli bu kadının yaşamına giren Cemal ona iş bulur ve kısa süre sonra kadınla arasında tutkulu bir aşk yaşanır.

Aile baskısı nedeniyle zorla evlendirilen ve karısıyla mutsuz olan Cemal ve benzer durumda olan Aygül çevre ve aile baskısına meydan okuyarak önce eşlerinden boşanır daha sonra evlenerek mutlu bir aile olurlar.

80’li yılların sosyal atmosferini düşünürsek böyle bir final son derece beklenilenin dışında ve cesurcadır.

Kendi geleceklerini toplumun, örf, adet, gelenek ve görenek dediği köhnemiş boş değer yargılarına karşı yüreklice irade gösteren iki insanın onurlu kazanımı beyazperdeye taşınmıştır.

Radikal bir başkaldırının ve sahici sevginin engel tanımayan halidir Bir Yudum Sevgi.

1982 yapımı yapımı ‘Mine’ ise başrollerinde Cihan Ünal ve Türkan Şoray’ın rol aldığı, Hümeyra, Selçuk Uluergüven gibi usta oyuncuların yer aldığı dram türü bir filmdir.

Mine kendinden yaşça büyük, kaba ve ona karşı özensiz davranan bir istasyon şefiyle aile zoruyla evlendirilmiş genç ve çok gösterişli bir kadındır.

Kendini yalnız ve mutsuz hisseden Mine’nin yaşadığı kasabadaki tek arkadaşı öğretmen Perihan’dır.

Bir gün Perihan’ın kardeşi yazar İlhan kasabaya gelir.

Mine’nin durumu dikkatini çeker ona karşı dostça duygular beslemeye, arkadaşlık kurmaya çalışır. Kasabadaki tüm erkekler Mine’ye onun fiziksel güzelliğinden faydalanmak, cinsel bir birliktelik yaşamak amacıyla yakınlık kurmaya çalışmaktadır.

Tüm bu rahatsızlık veren yaklaşımlara karşı psikolojik bir savaş veren Mine, kısa süre sonra onu elde edemeyenlerin öfkesinin ve iftiralarının hedefi olur.

Mine, çareyi kendini İlhan’ın kollarına atmakta bulur.

Taşranın kadını kıskacına alan ufuksuzluğu, tekdüzeliği, farklı cinsiyetlerdeki bireylerin kadın ve erkeğin gündelik yaşamda sosyal arkadaşlık kurmasına karşı toplumsal baskılara maruz kalarak psikolojik açıdan yıpratılması ve fiziksel tehlikelere, nefret suçlarına uğramaya açık olması konu ediliyor.

Mine tüm erkekler tarafından cinsel bir metaya indirgenirken İlhan, onun üzüntülerini, açmazlarını derinden kavrayarak cinsiyetçi bakıştan soyutlanıyor ve onu insan haliyle yalınca seviyor.

Yönetmenin Seni Seviyorum, Dağınık Yatak, Dul Bir Kadın, Ah Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur, Ölü Bir Deniz, Düş Gezginleri gibi filmleri de kırk yılı aşkın bir süre önce üretilmiş olmasına rağmen kadına yönelik sorunların tekrarlılığı dolayısıyla filmler güncelliğini ve evrenselliğini koruyorlar.

Hane içinde, kamusal alanda, mücadelede, hukuk önünde kısacası yaşamın her alanında, her mecrasında kadın ve erkeğin eşit olduğu, omuz omuza verip direndikçe güzelleştiği bir geleceğin tahayyülüyle yürekli kadınlara.

İyi seyirler.


Editor : Yusuf Kavak
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER